eçen
yazımızda da belirtiğimiz gibi, insanlık tarihi
yazının
icadı ile başlar ve bu araç ile bilgi “toplanabilir,
iletilebilir, saklanabilir” hale gelir. Beş bin yıl sonra
matbaanın icadı ile, biriken bilginin “yayılması” gerçekleşir.
Bilginin “işlenmesi” için ise beş yüzyıl daha
beklenecek, bilgisayarın icadı gerekecektir.
Yazı ve matbaa’dan sonraki dünyalar, bir öncesine
hiçbir şekilde benzemez ve bu süreçte toplumdaki değer ölçüleri,
sosyal ve politik yapı, sanat, edebiyat, mimarlık vb. bütün
temel kurumlar, geri dönülmeyecek şekilde değişir. Tıpkı,
bilgisayar’ın icadından sonraki dünyanın, bir önceki dünyaya
benzemeyeceği gibi.
Bu yazımızda, yazının icadını inceleyeceğiz.
Konuya bizim de kullandığımız Latin alfabesine odaklı
olarak yaklaşacağız.
İnsanın evrimini inceleyen üç bilim dalı
olan primatoloji, paleontoloji ve paleoantropoloji araştırmaları
“modern insan”ın homo erectus’tan evirilerek homo
sapiens’den başlamasından bugüne, yaklaşık 350-400 bin yıl
geçmiş olduğunu “belirler”. Ancak bu bir “türetilmiş”
bilgidir ve gerçek “
kayıtlı bilgi” ise yazının
icadı ile başlar.
Bilindiği gibi yazıyı Güney (Aşağı)
Mezopotamya’da yaşayan
Sümer’ler icat etmiştir. İlk
yazı benzeri işaretler için İ.Ö. 8000 yıllarına kadar
iniliyorsa da, yazının icadında İ.Ö. 3500 yılları genel
olarak kabul gören tezdir. Yazının icadı ile insanların
belli merkezlere yerleşerek ilk “şehir-devlet”, daha sonra
da “krallıklar”ı kurmaları arasında eşzamanlılık bir
rastlantı değildir. Arkeolog Denise Schmandt-Bessarat’ın
Louvre’lu Pierre Amiet’in hipotezi üzerine geliştirdiği
teorisine göre, yazının ilk işlevi “muhasebe-defter
tutma” 'dır.
Sümer yazısının ilk yaygın örneklerinin;
zirai ürünleri temsil eden tahıl, koyun, dana vb. olması bu
tezi güçlendirmektedir. Toprak hamurundan yapılan kil üzerine
sembolize şekiller ve hatta bir nevi zarf içine koyulmuş yazıların
“konşimento”, “senet”, “borç belgesi” benzeri
ticari belgeler olduğu anlaşılmaktadır (ilk dönem
bilgisayarların günlük hayata “muhasebe” işlemleri için
“defter tutma” amacıyla girdiğini hatırlayalım).
Daha sonraki yıllarda gelişmelerle Sümer yazısı,
eşya ve insan isimlerini içeren 1,200 logografik (resim
benzeri) sembollü bir iletişim aracı olmuştur. Zamanla yazının
logografik nitelikleri, çizgisel formlar (cuneiform) kazanarak
alfabe benzeri şekillere dönüşmüş ve fonolojik unsurlar içermeye
başlamıştır. Heceleme sisteminin geliştirilmesi ve
kelimelere takılar eklenmesi, konuşma dili ile yazıyı
giderek birbirine yaklaştırmış ve bütünsel bir iletişim
aracı meydana gelmiştir.
İ.Ö. 3. milenyumda Sümer yazısını
benimseyen Akadlar ve Akadcanın diyalektlerini kullanan
Asurlular ve Babilliler, yazının fonolojik niteliklerini arttırarak
kendi “yazılı” dillerine kavuşmuşlardır. Hamurabi
Kanunları olarak bildiğimiz ünlü eserler, Eski Babil dili
ile yazılmış bu karakterde bir yazı örneğidir (Bu dönemde
Mısırlılar da, Sümer-Akad çizgisinden esinlenerek “
hiyeroglif”
'i geliştirmişlerdir).
Ancak bu yazı sisteminin bugünküne benzer bir
netlikte olmadığının altını çizmek gerekir. Kelimeler
yalnız ünsüz (sessiz) harflerle oluşturulur. Örnek olarak
/k/, /t/, /b/’yi sembolize eden formlar ile değişik sesler
çıkararak kelimeler yazıya aktarılmıştır. Bu sistemde
“yazmak” kökünden “katab-o yazdı”, “katabi-ben yazdım”,
“katebu-onlar yazdılar” olarak seslenmekte; fakat yazılı
halinde, hepsi “ktb” olarak sembolize edilmektedir.
Alfabenin evrimi ve bugün kullandığımız
Latin alfabesine ulaşılması ise, Semitik bir ırk olan
Fenikeliler’in, Sümerler’in yazı sistemi üzerine geliştirdiği
sembollere dayanmaktadır. Mezopotamya’nın kuzey batısında
ve bugünkü Lübnan çevresinde yaşayan deniz ticaret ile ünlü
Fenike’liler İ.Ö. 2. millenyumda
Fenike (Semitik)
alfabesini icat etmişlerdir.
Afrika-Asya dil grubunun bir parçası olan
Semitik Fenike dili, ticaret rüzgarlarını arkasına alarak
batıya doğru uzanmıştır. O dönemin en önemli ticaret
merkezi olan Akdeniz’de, Fenike alfabesi Yunan uygarlığına
ulaşmıştır. Yunan Alfabesi ise belli bir süreçten geçerek
İ.Ö. 1000 – 900 yıllarında son şeklini almıştır.
Alfabeye Yunanlıların en önemli katkısı ünlü (sesli)
harfleri de alfabenin içine almaları olmuş ve bugünkü yazı
sisteminin temelini oluşturmuştur.
Romalılar ise Yunan Alfabesini, Yunan kültürü
ile birlikte almışlardır (en fazla yaptıkları mitolojik
tanrı adlarını değiştirerek, Afrodit’e Venüs, Zeus’a
Jupiter demişlerdir). Etrüskler tarafından geliştirilen 26
karakterli sistemden, bir evrimle 21 karakterli Latin alfabesi,
İ.O. birinci yüzyılda son şeklini almıştır. Latin
alfabesi ortaçağların sonuna kadar, Avrupa’nın tek ortak
alfabesi olmuş ve tüm tıp, hukuk, fen ve güzel sanatlar
Latin alfabesi ile yazılmıştır. Ancak, el yazması ile çoğaltma
dışında bir mekanizma olmayışı, bilginin yayılmasını
engellemiş ve bilim, din ve saray çevresinde kalmıştır.
Ne kadar ilginçtir ki, Batı kültürü için
çok önemli bir temel olan Fenikeliler’in geliştirdiği
alfabe, Hint-Avrupa dillerine büyük katkıda bulunurken,
kendisi doğu kültürü içinde kaybolmuştur. Bir o kadar
ilginci de, Afrika-Asya ve Hint-Avrupa dil grupları ile hiçbir
ilgisi bulunmayan, Ural-Altay dil grubundan olan Türkçe’nin
(Türk alfabesinin) seyridir. Latin karakterleri ******’ün
öngörüsü ile Türkiye’mizin yazı sistemi ve alfabesinin
temelini oluşturmuş, Batı ile bütünleşmede en önemli araç
haline gelmiştir.