| BAYRAKLARI_BAYRAK_YAPAN_ÜSTÜNDEKİ_KANDIR___VATAN_EGER_UGRUNA_ÖLEN_VARSA_VATANDIR... |
|
| Namaz kılmamanın zararı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
A?DMİN (AdMİn)
Mesaj Sayısı : 1151 Yaş : 29 Nerden : KoCaElİ Personalized field : GÜÇ : TECRÜBE : REP : SEVİYE : YILDIZ : TAKIMIM : Kayıt tarihi : 09/04/08
Kişi sayfası BURAYA: SERKAN
| Konu: Namaz kılmamanın zararı Perş. Nis. 24, 2008 12:57 am | |
| Namaz kılmamanın zararı nedir? CEVAP
Seyyid Abdülhakim Arvâsi hazretleri, Sefer-i Âhiret risâlesinde buyuruyor ki:
Namaz kılmayan, namaz kılmamakla bütün müminlere zulmetmiş bulunuyor. Zira her namazda (Esselamü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihin) demekle bütün müminlere dua ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi defa tekrar olunan bu duadan müslümanları mahrum bırakıyor. Yani hakları olan bu duayı terk ediyor. Kıyamet gününde bütün müminler bu haklarını namaz kılmayanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezaya uğrarlar:
Ömründen hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namazına devam etmeyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bu gibi yerlerde, ekseriya namazı terk edenler, namaza gevşeklik gösterenler görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namaz kılmayanlardır. Namazı doğru kılanlar, salihlerin yanında hürmet ve haysiyet ve itibar sahibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süfli ve ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmayan veya namaza gevşeklik gösterenlerdir.
Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeplerine başvursalar da, her gün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler de, kendilerinde hasıl olan yahudi kokusuna benzer kokuyu hissedebilenlerden gizleyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim yahudiler, yahudiliğe mahsus olan kokudan, İslama gelip İslam dininde karar kılmadıkça kurtulamayacakları gibi, namazı terk edenler de, namaza devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar.
Simâ-i sâlihin ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlayanlar vardır. Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı olduğunu da bilebilirler.
Namaza devam edenler, uzun zaman hamama gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır değiştirmeseler de, vücutları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı terk edenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sahip olamazlar.
Günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse, günlerce Kur’ân-ı kerim hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer ibadet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevap vermez. Bütün amelleri boştur.
Allahü teâlâ, o vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri elbette lazımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tayin ettiği şekilden düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terk edenlerin her işinden, dünyevi ve uhrevi yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket kalkar.
Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk = söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmayan kimseye, böyle söylemez. Onun duası kabul olunacak makama getirilmez. Yani bir engel çıkar da geri bırakılır. Kabul olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde, dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi.
Sâlihler, Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselamın yaratılmasından yeryüzünde bir tek mümin kalıncaya kadar, bütün müminlerin ve dolayısiyle bütün mahlukatın da hakları vardır. Namaz terk edilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil kesilmesine sebep olduğundan bütün mahlukat namazı terk edene buğz ve düşmanlık eder.
Müslümanların dualarının bereketinden mahrum kalır. Yani hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir müslümanın okuduğu Fatihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ böylelerini, uluhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından, Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan mahrum kalmıştır.
Namaz kılmayan, görünüşü bozuk bir surette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok büyük mesela padişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir suret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve yakınları ondan nefret ederler.
Namaz kılmayanın ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telaş ve hüzün eserleri, gözünü göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselama ve müminlere mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelil bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslam dini ile aziz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın bizi aziz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelil ve aşağı oluruz” buyurdu.
Namaz kılmamakla iman zayıflar. Namazı kılmayanların imanları zayıf olduğundan, ne melekler, ne ruhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlukat onu aziz tutmaz, ona hürmet ve riâyet göstermezler. Namaz kılmayan ölürken saçları ve sakalları sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki şeklinde bulunmaz. Müminler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse, uyuduğunu zanneder.
Ne kadar çok yemek yese de, yine açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla acı çeker. Açlık bir orantı halinde yükselir, artar. Nihayet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terk etmek büyük günahtır. Cezası da o nispette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namaz kılmayanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her namaz kılmayan mutlaka aç olarak ölür.
Namaz kılan, güler yüzlü mütebessim, parlak ve nurani yüzlü olur. Sevinç ve neşe alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur. Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler.
Namazın tamam olması ve kemâl üzere bulunması, fıkıh kitaplarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vaciplerini, sünnet ve müstehaplarını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu bu dört şeyde toplanmış ve kalbin hudu’u da bunlara bağlanmıştır. Müminle kâfir arasındaki fark namazdır. Mümin namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bazen kılar, bazen kılmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İman, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mümindir.) [İbni Neccâr] (Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez.) [Taberani] (Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahı kızgın olarak bulacaktır.) [Bezzar] (Namazı kılmayanın ibadetleri kabul olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.) [Ebu Nuaym] (Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyheki] (Namaz kılan kıyamette kurtulacaktır, kılmayan perişan olacaktır.) [Taberani]
Hanbeli’de bir namazı özürsüz terk eden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz. Ayağına ip bağlanır, murdar bir it gibi, bir çukur kazıp içine konur. Üzerine toprak atılır. Üzerine kabir alâmeti de yapılmaz. Şâfii ve Mâliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak öldürülür. Hanefi’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Namaz kılmamak imânsız ölmeye, namaz kılmak ise iki cihan saadetine sebep olur.
Sen kalbe bak Bazı kimseler hiç ibadet etmediği ve her çeşit günahı işlediği halde, "benim kalbim temizdir, sen kalbe bak" diyorlar. Kalp nasıl kirlenir, nasıl temizlenir?
CEVAP
Önce kalp ile yüreğin tarifini yapalım! Kalp, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalp, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, kalp veya gönül diyoruz. Gönül, insanlarda bulunur. Hayvanlarda bulunmaz.
Bedendeki bütün a'za, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalpte toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden ve kâfir olan, kalptir. Güzel, iyi ahlâkın ve kötü huyların yeri kalptir. Kalbi temizlemek için riyâzet ve mücâhede lazımdır. Riyâzet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, harâmları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak lazımdır. Mücâhede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir! Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, dinimizin emirlerine uyar, yasak ettiklerinden kaçar. Kalbi kötü olan kimse, İslamiyetten kaçar. Dinimizin emirlerini gericilik, tutuculuk olarak kabul eder. Dine uymamayı da ilericilik, uygarlık, özgürlük olarak bilir.
"Sen kalbe bak" demek
Namaz kılmayan ve kendisine farz olan diğer ibadetleri yapmayan kimsenin kalbi temiz olmaz. Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Zaten namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Hatta namaz kılmayana kâfir diyen âlimler bile olmuştur. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir. Her türlü rezaleti işleyip de, "sen kalbe bak" demek, dinsizlerin veya din cahillerinin sözüdür. Bir yazar, kitabında, bir fâsıkı överken, "Çok içki içerdi. Şarabı hamamın kurnasına koyar, oradan içerdi; fakat tertemiz, pırıl pırıl bir kalbi vardı" diyor. Allahü teâlâ ve Peygamber efendimiz, namaz kılmayanın ve içki içenin kalbi temiz olmaz buyururken, cahil yazar, böyle söylemekle Allahı ve Resulullahı yalancı çıkarmaya çalışıyor. | |
| | | A?DMİN (AdMİn)
Mesaj Sayısı : 1151 Yaş : 29 Nerden : KoCaElİ Personalized field : GÜÇ : TECRÜBE : REP : SEVİYE : YILDIZ : TAKIMIM : Kayıt tarihi : 09/04/08
Kişi sayfası BURAYA: SERKAN
| Konu: Geri: Namaz kılmamanın zararı Perş. Nis. 24, 2008 12:57 am | |
| Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta hâsıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbin tamamını kaplar, kalp, kapkara olur.) [Harâiti]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alâmeti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır. [Namaz kılmayıp günah işleyenin, (benim kalbim temiz, sen kalbe bak) demesinin ne kadar cahilce bir söz olduğu buradan da anlaşılır.] Kalp, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalpte, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahı anarak, ibadet yaparak, kalpten dünya sevgisi çıkarılınca, kalp temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günah işleyince, kalp kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar. Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalp de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi temizlemek lazımdır. Bir kalpte iki veya daha fazla sevgi bulunamaz. Kur'an-ı kerimde, (Allah, insanın içinde iki kalp yaratmamıştır) buyuruluyor. (Ahzâb 4)
Nefs-i emmâre, dine inanmaz. Bunun için, nefsi, tezkiye etmek, kötülüklerden temizlemek ve faziletlerle doldurmak lâzımdır. Şems suresinde meâlen, (Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini, günahta, cehalette, dalâlette bırakan zarar etti) buyuruldu.
Hadika'da buyuruluyor ki:
Haram işleyenlerin, sen kalbime bak, kalbim temiz demeleri yanlıştır. Kendini ve müslümanları aldatmaktır. Ancak dinin emir ve yasaklarına uyanın kalbi temiz olur. Peygamber efendimiz, (Günaha devam edenlerin zamanla kalbi mühürlenir. O, artık sevap işleyemez olur) buyuruyor. (Bezzar)
(Lâ ilâhe illallah) kelimesini çok söylemek, kalbi temizlemekte çok tesirlidir. Her gün, belli miktar okumak iyi olur. Abdestli ve abdestsiz söylenebilir. (c.1, m.14.)
Rabbimizin gazabını söndürmek için (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesinden daha faydalı bir şey yoktur. Bu güzel kelime, Cehenneme götüren gazabı söndürünce, daha küçük olan başka gazaplarını elbette söndürür. Bu güzel kelime, Kıyamet için ayrılmış olan 99 rahmet hazinesinin anahtarıdır. Küfür karanlıklarını, şirk pisliklerini temizlemek için, bu güzel kelimeden daha kuvvetli, hiçbir yardımcı yoktur. Bir kimse, bu kelimeye inanınca, imanın zerresi hasıl olur. (c.2, m.37)
Allahı anmanın, Lâ ilâhe illallah demenin faydalı olabilmesi için dinimize uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüphelilerden sakınmak lazımdır. (m.190) Kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. Bu pası temizlemek lazımdır. Temizleyicilerin en iyisi sünnet-i seniyyeye uymaktır. Sünnet-i seniyyeye uymak, nefsin kalbi karartan isteklerini yok eder.
Bir adam, “Önyargılı davranmamalı” diyerek şöyle konuşuyordu: “İçki içmeyenleri hatasız, içki içenleri hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Kumar oynamayanları hatasız, kumar oynayanları hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Namaz kılanları hatasız, namaz kılmayanları hatalı sanmak çok ama çok yanlış bir düşüncedir. Dine uygun tesettürlü bir bayan hatasız, tesettürsüzler hata içerisinde gibi bir duyguya kapılmak çok ama çok yanlış bir düşünce. Dürüstlük giyim kuşamla değil yetişme tarzı ve karakterle ilgilidir. İnsanları giyim kuşamıyla yargılamak çok ama çok yanlıştır. Büyük hatadır. Böyle yanlış duygu ve düşünceye kapılanlar bu yanlışlarından vazgeçmelidir.” Bu adam din cahili değil mi?
CEVAP
O adamı çok yakından tanıyorum. Din cahili değil, düzenin adamıdır, düzenbazlara yaranmak için öyle söylüyor.
Bir insanın iyi veya kötü olduğu, konuşmalarından, hareketlerinden, yaptığı işlerden anlaşılır. Bir hadis-i şerifte, (Her kaptan içindeki sızar) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, “Görünüşümüz, bâtınımızın [içimizin] alâmetidir” buyuruyor. Yunus Emre de diyor ki:
Kim ki edepsiz gezer, ergeç yolundan azar
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise.
İstisnalar hariç, bir adamın işine bak, giyinişine bak, ne mal olduğu belli olur. İstisna olanları hüküm gibi ortaya atmak yanlıştır, hem de çok yanlıştır. Birkaç örnek verelim:
Minare olan yerde cami var demektir. Sünnet olmak Müslümanlık alameti sayılır. Sünnetsiz birini görsek buna gayri müslim demek yanlış olur. Türk bayrakları dalgalan yerin Türkiye, polis elbisesi giyenlerin de polis olduğu anlaşılır. Ancak başka ülkede de Türk bayrağı dalgalanabilir, polis olmayan biri de, polis elbisesi giyebilir. Ama bunlar istisnadır. İstisnalara bakıp da genel bir hüküm verilemez.
Allah korkusunun alameti, haramlardan kaçmaktır. Her günahı çok tehlikeli görmelidir! Müminin alametlerinden biri de günahını çok tehlikeli görür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin günahını başucunda, hemen üstüne yıkılacak bir dağ gibi görür. Münafık ise burnuna konmuş hemen uçacak sinek gibi görür.) [Buhari]
Bedenin bozuk olması, yani günah işlemek, kalbin bozuk olmasının alametidir. Açık saçık gezenlerin veya başka günah işleyenlerin, (sen, kalbe bak, kalbim temizdir) demelerinin bir kıymeti, bir doğruluğu yoktur, yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Kalp bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur.) [Beyheki]
İçki içen, kumar oynayan, namaz kılmayan, açık saçık gezen, ne kadar iyi birisi olursa olsun, bir kere açıktan işlediği bir günahı vardır. O peşinen salih birisi olmayı kaybetmiş, fâsık sınıfına girmiştir. Allahın emrine isyan ediyor. Tesettürlü olan, çok kötü olsa bile, açıkça bir günahı görülmemektedir. Fahişelerin hemen hepsi açık saçık giyinir. Tesettürlü kadından da fahişe olabilir, ama bu oran çok azdır. Onun için kıyafetlerin önemi inkâr edilemez. “Dürüstlük giyim kuşamla değil” diyen cahillere itibar etmemelidir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Din cahillerinin çoğalması, kıyamet alâmetlerindendir.) [Buhari] | |
| | | | Namaz kılmamanın zararı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|