Dağların arasında, ahşap bir ev. Çift katlı, tahta kokan..
Güzel ve bir o kadarda büyük bir bahçesi.. Üzerine çiğ düşmüş parlak çimlerle örtülü bir bahçe
Güneş, günü boyamak için doğmak üzere. Gökyüzü turuncu bir renge sahip, bulutlarla birlikte..
Alt katta veranda da oturuyorum sessizce.
Etrafı; üzerinde kıymık dolu, derme çatma, tahtadan çitler ile örülü
küçük bir çiflik hemen yanda ki. İçerisinde annelik duygusunu yeni
tadan bir at. belki yanında birkaç domuz. Ve atın yeni doğmuş kızı, adı
umut.
Havada ayaz var. Uluma sesleri, kulağımı tatlı tatlı tırmalıyor..
Uzaklardan bir yerlerden ama duyabildiğim bir tonda “dying in the sun”
çalıyor.. Üzerimdeyse kolları bana uzun gelen ince bir mont.. Ön
cebimde gümüş saatim, bana şans getirdiğime yeşil taşım.. ve geçmişin
anısı..
Kollarım birbirine bağlı, gözlerimse beni terk edercesine, ileride
küçük bir noktaya dalmışlar. Düşünceli gibi gözüken ama mutlu adamı
oynuyorum bu hayatımın en büyük! ve son perdesinde.. tenim ise hala
sana aşık ve sürekli seni hissetmek istiyor..
Sağ tarafımda sarhoş etmeyecek kadar hafif alkollü vodkam, diğer
yanımda sen ve üzerine üşümemen için örttüğüm battaniyemiz. Şu
çoçukluğumuz tuttuğunda karda kış oynadığımız battaniye..
Senin başın benim omzumda, benim başım çoktan pes etmiş bir şekilde
sana dayalı sanki sensiz yapamazmış gibi.. Ahşap sandelyelerimiz o
ayazda sıcacık.. Sevgimizden olsa gerek.. Sense sızmışsın tatlı tatlı,
çoktan uykuya yenik düşmüşsün..
Sağ elin, birbirine girmiş kollarımın arasında.. Sol kolumun yanında..
Sol elimin tek parmağında, o daha yeni doğan turuncu güneşi, kar tutmuş
dağın bir köşesine yansıtan gümüş bir sadıklık tasması..
Kalbinse, kalbimle. Kalbimse, kalbinle.. İkiside hayata karşı yorgun ama ikiside yan yana..
Hiç ayrılmayacakçasına…