SAVAŞÇILARIn MekaNı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

BAYRAKLARI_BAYRAK_YAPAN_ÜSTÜNDEKİ_KANDIR___VATAN_EGER_UGRUNA_ÖLEN_VARSA_VATANDIR...
 
AnasayfaKapıGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Çocukluğu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
A?DMİN
(AdMİn)
(AdMİn)
A?DMİN


Erkek
Mesaj Sayısı : 1151
Yaş : 29
Nerden : KoCaElİ
Personalized field : Çocukluğu Administrator
GÜÇ :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

TECRÜBE :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

REP :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

SEVİYE :
Çocukluğu Left_bar_bleue300 / 100300 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

YILDIZ :
Çocukluğu Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

TAKIMIM : Çocukluğu Galatasaray
Kayıt tarihi : 09/04/08

Kişi sayfası
BURAYA: SERKAN

Çocukluğu Empty
MesajKonu: Çocukluğu   Çocukluğu Icon_minitimeCuma Mayıs 02, 2008 7:50 am

Sevgili Peygamberimiz doğduktan sonra dokuz gün kadar annesi Âmine
Hâtun tarafından emzirildi. Sonra Ebû Leheb�in câriyesi Süveybe Hâtun
onu günlerce emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt
annesine vermeleri âdetti.

Mekke�nin havası çok sıcak
olduğundan, çocukları havası iyi, suyu tatlı olan civar yerlerdeki
yaylalara gönderirler, çocuklar bir müddet oralarda, verildikleri süt
annelerinin yanında kalırlardı. Her sene bu maksatla Mekke�ye birçok
süt anaları gelir, birer çocuk alıp giderlerdi. Çocukları büyütüp
teslim edince de çok ücret ve hediyeler alırlardı.

Peygamberimizin
doğduğu sene de yaylalarda yaşayan Benî Sa�d kabilesinden bir çok süt
anne Mekke�ye gelip herbiri emzirmek üzere birer çocuk almıştı. Benî
Sa�d kabilesi Mekke civârındaki kabileler arasında şerefte, cömertlikte
mertlik ve tevâzuda ve Arapçayı düzgün konuşmakta meşhur olduğundan
Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri çocuklarını, daha çok, bu kabîleye
vermek isterlerdi. O sene Benî Sa�d kabîlesinin yurdunda şiddetli bir
kuraklık ve kıtlık olduğundan ücretle çocuk emzirip sıkıntılarını
gidermek üzere, her senekinden daha çok süt annesi Mekke�ye gelmişti.
Bilhassa zengin âilelerin çocuklarını alıyorlardı. Gelen kadınların
herbiri birer çocuk almışlardı. Peygamber efendimiz yetim olduğu için
fazla ücret alamama düşüncesiyle, henüz O�na tâlib olan çıkmamıştı.
Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, hilmi (yumuşaklığı), hayâsı ve
yüksek ahlâkıyla tanınmış Halîme Hâtun da vardı. Binek hayvanları zayıf
olduğu için Mekke�ye ötekilerden geç gelmişti. Kocası ile Mekke�de
dolaşarak zengin âilelerin çocuklarının alınmış olduğunu görmüşler, eli
boş dönmemek için bir çocuk aramaya başlamışlardı. Nihâyet görünüşü ile
hürmet celbeden, sîması çok sevimli bir zat ile karşılaştılar. Bu,
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere
anlaştılar. Abdülmuttalib, Halîme Hâtunu Âmine�nin evine götürdü.
Halîme Hâtun şöyle anlatır: �Çocuğun baş ucuna vardığımda O�nu, yünden
beyaz bir kundağa sarılı, yeşil ipekten bir örtünün üstünde mışıl mışıl
uyur gördüm. Etrafa misk kokusu yayılıyordu. Hayret içinde kalıp bir
anda O�na öylesine ısındım ki uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsüne
koyduğumda uyandı ve bana bakıp öyle bir tebessüm etti ki, kendimden
geçtim. Annesi, böylesine güzel ve mübârek çocuğu bana vermez
korkusuyla derhal yüzünü örtüp kucağıma aldım. Sağ mememi verdim,
emmeye başladı. Sol mememi verdim, emmedi. Abdülmuttalib bana dedi ki:
�Sana müjdeler olsun ki, hanımlar içinde senin gibi nîmete kavuşan
olmadı.� Âmine Hâtun da bana çocuğunu verdikten sonra şöyle dedi. �Ey
Halîme, üç gün evvel bir nidâ işittim ki: �Senin oğluna süt verecek
kadın Benî Sa�d kabîlesinden Ebû Züeyb soyundandır.� diyordu.� Ben de
dedim ki; �Ben, Benî Sa�d kabîlesindenim ve babamın künyesi Ebû
Züeyb�dir.�

Halîme Hâtun yine şöyle anlatmıştır: �Âmine Hâtun
bana daha nice vakaları anlattı ve vasiyette bulundu. Ben de Mekke�ye
gelmeden önce bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda bana; �Ey Halîme! Mekke�ye
var, orada çok faydalanırsın. Sana bir nûr, arkadaş olur. Bu rüyâyı
kimseye anlatma, gizle!� denildi. Mekke�ye gelirken de sağımdan
solumdan sesler duyardım ve bana gâibden; �Sana müjdeler olsun ey
Halîme, o parlak nûru emzirmek sana nasip olacak� diye seslenilirdi.�
Halîme Hâtun şâhit olduğu daha nice hâdiseleri anlatmıştır.

Halime
Hâtun der ki: �Muhammed�i alıp Âmine�nin evinden ayrıldım. Kocamın
yanına gelince kocam O�nun yüzüne bakıp kendinden geçti: �Ey Halîme!
Bugüne kadar böyle güzel yüz görmedim� dedi. O�nu yanımıza alır almaz
kavuştuğumuz bereketleri görünce de; �Ey Halîme, bilmiş ol ki, sen çok
mübârek bir çocuk almışsın.� dedi. Ben de; �Vallahi, ben de zâten böyle
dilerdim� dedim.�

Halîme Hâtun, kocası ile birlikte Muhammed
aleyhisselâmı alıp Mekke�den ayrıldıkları andan îtibâren O�nun
bereketine kavuşmaya başladılar. Çelimsiz ve hızlı gidemeyen merkebleri
öylesine hızlı yürüyordu ki, beraber geldikleri kâfile, onlardan önce
yola çıkıp çok uzaklaşmış olmasına rağmen, onlara yetişip geçmişti.
Benî Sa�d yurduna vardıktan sonra görülmemiş bir bolluğa ve berekete
kavuştular. Sütü az olan hayvanları bol bol süt veriyordu. Bunu gören
komşuları hayret edip, bunun emzirmek için aldıkları çocuk sebebiyle
olduğunu açıkça anladılar.

Kuraklık sebebiyle çok sıkıntıya
düştüklerinde yağmur duâsına giderken O�nu yanlarında götürüp duâ
ederek O�nun hürmetine bol yağmura ve berekete kavuştular.

Sevgili
Peygamberimiz süt annesi Halîme Hâtunun sağ memesini emer, sol memesini
emmezdi. Onu da süt kardeşine bırakırdı. İki aylıkken emekledi. Üç
aylık olunca ayakta durur, dört aylıkken duvara tutunarak yürürdü. Beş
aylıkken yürüdü, altı aylıkken çabuk yürümeye başladı. Yedi aylıkken
her tarafa gider oldu. Sekiz aylıkken anlaşılacak şekilde, dokuz
aylıkken gâyet açık konuşmaya başladı. On aylıkken ok atmaya başladı.
Halîme Hâtun şöyle anlatmıştır: �İlk konuşmaya başladığında, �Lâ ilâhe
illallahü vallahü ekber. Velhamdülillahi rabbil âlemîn.� dedi. O günden
sonra �Bismillâh� demeden hiçbir şeye elini uzatmazdı. Sol eliyle bir
şey yemezdi. Yürümeye başladığında çocukların oynadıkları yerden uzak
dururdu ve onlara �Biz, bunun için yaratılmadık.� derdi. Her gün O�nu
güneş ışığı gibi bir nûr kaplar ve yine açılırdı. İki yaşına girdiğinde
gelişmiş, gösterişli bir çocuk olmuştu. Üzerinde beyaz bir bulut dâimâ
birlikte hareket eder ve O�nu gölgelerdi. Bir gün Halîme Hâtun farkında
olmadan süt kardeşi Şeymâ ile öğlenin yakıcı sıcağında kuzuların yanına
gitmişti. Halîme Hâtun, onu yanında göremeyince hemen arayıp buldu.
Şeymâ�ya, �Niçin sıcakta dışarı çıktınız?� dedi. Şeymâ; �Anneciğim!
Kardeşimin başı üzerinde bir bulut O�nu dâimâ gölgeliyor.� dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://supermekan.yetkinforum.com
A?DMİN
(AdMİn)
(AdMİn)
A?DMİN


Erkek
Mesaj Sayısı : 1151
Yaş : 29
Nerden : KoCaElİ
Personalized field : Çocukluğu Administrator
GÜÇ :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

TECRÜBE :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

REP :
Çocukluğu Left_bar_bleue200 / 100200 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

SEVİYE :
Çocukluğu Left_bar_bleue300 / 100300 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

YILDIZ :
Çocukluğu Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Çocukluğu Right_bar_bleue

TAKIMIM : Çocukluğu Galatasaray
Kayıt tarihi : 09/04/08

Kişi sayfası
BURAYA: SERKAN

Çocukluğu Empty
MesajKonu: Geri: Çocukluğu   Çocukluğu Icon_minitimeCuma Mayıs 02, 2008 7:50 am

Yine bir gün süt kardeşi Abdullah ile evlerinin yakınında bulunan
kuzuların arasına gitmişlerdi. Süt kardeşi koşarak eve gelip; �Beyaz
elbiseli iki kişi, Kureyşli kardeşimi yere yatırıp karnını yardılar,
ellerini karnına soktular!� dedi. Halîme Hâtun ile kocası Hâris,
süratle koşup yanına geldiler. Baktılar ki rengi değişmiş, semâya
bakıyor ve tebessüm ediyor.�Sana ne oldu yavrucuğum?� diye
sorduklarında şöyle anlattı: �Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi.
Birinin elinde içi kar dolu bir tas vardı. Beni tutup, göğsümü
yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı
çıkardılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler ve kapatıp
kayboldular.� dedi. Bu hâdiseye �Şakk-ı sadr� (göğsünün yarılması)
denir. Bu, Kur�ân-ı kerîm�deİnşirah sûresi ilk âyetinde bildirilmektedir.

Muhammed
aleyhisselâma peygamberlik verildikten sonra Eshâb-ı kirâmdan bâzıları;
�Yâ Resûlallah, bize kendinizden bahseder misiniz?� deyince; �Ben
ceddim İbrahim�in duâsıyım. Kardeşim Îsâ�nın müjdesiyim! Annemin ise
rüyâsıyım. O bana hâmileyken Şam saraylarını aydınlatan bir nûrun
kendisinden çıktığını görmüştü. Ben Sa�d bin Bekr oğulları yanında
emzirilip büyütüldüm. Bir gün süt kardeşimle birlikte evimizin
arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki
kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı. Beni
tuttular, göğsümü yardılar, kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah
bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla
temizlediler.�
buyurdu.

Halîme Hâtun, dört yaşından sonra
O�nu Mekke�ye götürüp annesine verdi. Dedesi Abdülmuttalib, Halîme
Hâtuna çok büyük hediyeler verip ihsânda bulundu. Halîme Hâtun O�nu
Mekke�ye bırakınca; �Sanki canım ve gönlüm de O�nunla birlikte kaldı.�
demiştir.

Muhammed aleyhisselâm altı yaşına kadar da annesinin
yanında büyüdü. Altı yaşındayken annesi, Ümmü Eymen adındaki câriye
(hizmetçi) ile birlikte akrabâlarını ve babası Abdullah�ın mezârını
ziyâret için Medîne�ye gittiler. Medîne�de bir ay kaldılar. Bu sırada
Muhammed aleyhisselâm Benî Neccar kuyusu denilen havuzda yüzmeyi
öğrendi. Sırtındaki nübüvvet mührünü ve diğer bâzı alâmetlerini gören
Yahûdî âlimlerinden bir kısmı; �Bu çocuk âhir zaman Peygamberi olacak!�
demişlerdir. Onların bu sözlerini duyan Ümmü Eymen, durumu Âmine�ye
haber verince Âmine Hâtun O�na bir zarar gelmesinden çekinerek,
Mekke�ye dönmek üzere yola çıktı. Ebvâ denilen yere geldiklerinde
hazret-i Âmine hastalandı. Hastalığı artıp sık sık kendinden geçiyordu.
Başında duran oğlu Muhammed aleyhisselâma bakarak şu beyitleri söyledi:

Eskir yeni olan, ölür yaşayan,
Tükenir çok olan, var mı genç kalan.

Ben de öleceğim tek farkım şudur:
Seni ben doğurdum şerefim budur.

Geride bıraktım hayırlı evlad,
Gözümü kapadım, içim pek rahat.

Benim nâmım kalır dâim dillerde,
Senin sevgin yaşar hep gönüllerde.

Biraz
sonra vefât etti. Orada defnedildi. Ümmü Eymen, Muhammed aleyhisselâmı
Mekke�ye getirip dedesi Abdülmuttalib�in yanına bıraktı.

Muhammed
aleyhisselâmın babası ve annesi İbrâhim aleyhisselâmın dîninde idi.
Yâni mümin idiler. İslâm âlimleri; onların İbrâhim aleyhisselâmın
dîninde olduklarını ve Muhammed aleyhisselâm peygamber olduktan sonra
da O�nun ümmetinden olmaları için diriltilip, Kelime-i şehâdeti
işittiklerini ve söylediklerini, böylece O�nun ümmetinden olduklarını
bildirmişlerdir.

Muhammed aleyhisselâm sekiz yaşına kadar da
dedesinin yanında büyüdü. Dedesi Abdülmuttalib Mekke�de sevilen ve
çeşitli işleri idâre eden bir zât olup, heybetli, sabırlı, ahlâkı
dürüst, mert ve cömertti. Fakirleri doyurur, hattâ aç, susuz kalan
hayvanlara bile su ve yiyecek verirdi. Allah�a ve âhirete inanan,
kötülüklerden sakınan, câhiliyye devrinin çirkin âdetlerinden uzak
duran bir zâttı. Mekke�de zulme, haksızlığa engel olur, oraya gelen
misâfirleri ağırlardı. Ramazan ayında Hira Dağında inzivâya çekilmeyi
âdet edinmişti. Çocukları seven ve şefkat sahibi olan Abdülmuttalib,
Muhammed aleyhisselâmı bağrına basıp gece gündüz yanından ayırmadı.
O�na büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi. Kâbe�nin gölgesinde
kendisine mahsus olan minderinde O�nunla beraber oturur, mâni olmak
isteyenlere; �Bırakın oğlumu, O�nun şânı yücedir!� derdi. Sevgili
Peygamberimizin dadısı Ümmü Eymen�e, O�na iyi bakmasını önemle tembih
eder; �Oğluma iyi bak! Ehl-i kitab, benim oğlum hakkında, bu ümmetin
peygamberi olacak, diyorlar.� derdi. Ümmü Eymen demiştir ki: �O�nun
çocukluğunda açlıktan ve susuzluktan şikâyet ettiğini görmedim.
Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek
istediğimizde; �İstemem, tokum.� derdi.�Abdülmuttalib uyurken ve
odasında yalnızken, O�ndan başkasının yanına girmesine müsâade etmezdi.
O�nu dâimâ öper, okşar, sözlerinden ve hareketlerinden son derece
hoşlanırdı. Sofrada onu yanına alır, dizine oturtur; yemeğin en iyisini
ve en lezzetlisini O�na yedirir ve O gelmeden sofraya oturmazdı. O�nun
hakkında nice rüyâlar görüp birçok hâdiseye şâhit oldu. Bir defâsında,
Mekke�de kuraklık ve kıtlık olmuştu. Abdülmuttalib, gördüğü bir rüyâ
üzerine Muhammed aleyhisselâmın elinden tutup Ebû Kubeys Dağına çıktı
ve; �Allah�ım, bu çocuk hakkı için, bizi bereketli bir yağmur ile
sevindir.� diyerek duâ etti. Duâsı kabul olundu ve bol yağmur yağdı. O
zamanki şâirler bu hâdiseyi şiirler yazarak dile getirmişlerdir.

Abdülmuttalib,
bir gün Kâbe�nin yanında otururken, Necranlı bir râhip yanına gelip
onunla konuşmaya başladı. Bir ara; �Biz İsmâiloğullarından en son
gelecek olan peygamberin sıfatlarını kitaplarda buldu. Burası (Mekke)
O�nun doğum yeridir. Sıfatları şöyle, şöyledir!� diyerek birer birer
saymağa başladığı sırada, Peygamberimiz yanlarına geldi. Necranlı
râhip, O�nu dikkatle seyretmeye başladı, sonra da yaklaşıp gözlerine,
sırtına, ayaklarına baktı ve heyecanla; �İşte, O budur. Bu çocuk senin
neslinden midir?� dedi. Abdülmuttalib; �Oğlumdur!� deyince, Necranlı
râhip; �Kitaplarda okuduğumuza göre O�nun babasının sağ olmaması
lazım!� dedi. Abdülmuttalib; �O, oğlumun oğludur. Babası daha O
doğmadan, annesi hâmile iken ölmüştü� deyince, râhip; �Şimdi doğru
söyledin.� dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib oğullarına; �Kardeşinizin
oğlu hakkında söylenileni işitin de, O�nu iyi koruyun!� dedi.

Abdülmuttalib
vefâtı yaklaşınca oğullarını toplayıp Sevgili Peygamberimize; �Yavrum,
bu amcalarından hangisinin yanında kalmak istersin� diye sordu, Resûl-i
ekrem efendimiz koşup amcası Ebû Tâlib�in kucağına oturdu. Onun yanında
kalmak istediğini söyledi. Abdülmuttalib de O�nu oğlu Ebû Talib�e
bıraktı ve O�na iyi bakmasını önemle vasiyet etti. Bundan sonra da
vefât etti.

Peygamberimiz sekiz yaşından sonra amcası Ebû
Tâlib�in yanında kalmaya başladı ve onun himâyesinde büyüdü. O zaman
Mekke�de Ebû Tâlib de babası Abdülmuttalib gibi Kureyş�in ileri
gelenlerinden, sevilen, saygı gösterilen ve sözü dinlenilen bir zât
idi. O da Peygamberimize büyük bir sevgi ve şefkat gösterdi. O�nu kendi
çocuklarından çok sever, yanına almadan uyuyamaz, bir yere gitmez ve;
�Sen çok hayırlısın, çok mübâreksin!� derdi. O elini uzatmadan yemeğe
başlamaz, önce O�nun başlamasını isterdi. Bâzan da ona ayrı sofra
kurdururdu. Sabahları uyandığında yüzünden nur saçıldığını, saçlarının
taranmış olduğunu görürlerdi. Ebû Tâlib�in fazla malı yoktu ve âilesi
de kalabalıktı. Muhammed aleyhisselâmı himâyesine aldıktan sonra
bolluğa ve berekete kavuştu. Mekke�de vukû bulan kuraklık sebebiyle
halk sıkıntıya düştüklerinde Ebû Tâlib O�nu Kâbe�nin yanına götürüp duâ
etti. O�nun bereketiyle bol yağmur yağdı. Kuraklıktan ve kıtlıktan
kurtuldular.

Ebû Tâlib bir defâsında Şam�a ticâret için giderken
Muhammed aleyhisselâmı da dokuz veya on iki yaşında bulunduğu sırada
yanında götürdü. Ticâret kervanı uzun bir yolculuktan sonra Busra�da
Hıristiyanlara mahsus bir manastırın yakınında konakladı. Bu manastırda
Bahîra adında bir râhip vardı. Önceden Yahûdî âlimlerindenken sonradan
Hıristiyan olan bu bilgili râhibin yanında elden ele geçerek saklanan
bir kitap bulunmakta ve birçok şey ondan sorulmakta idi. Kureyş kervanı
daha önceki yıllarda buradan defâlarca gelip geçmesine rağmen hiç
ilgilenmeyen ve her sabah manastırın damına çıkıp kâfilelerin geldiği
yöne bakarak merakla bir şey bekleyen râhib Bahîra�ya bu defa bir hâl
olmuş ve heycanla irkilip yerinden fırlamıştı. Çünkü o, Kureyş kervanı
uzaktan göründüğü sırada kervanın üstünde beyaz bir bulutun da onlarla
birlikte akıp geldiği ve onların yanına oturduğu ağacın üstünde
durduğunu görmüştü. Bu bulut Muhammed aleyhisselâmı gölgelemekte idi.
Kervan konunca Muhammed aleyhisselâmın altına oturduğu ağacın
dallarının üzerine doğru eğildiğini görerek iyice heyecanlanan râhip,
hemen bir sofra hazırlatıp, acele ile bir de dâvetçi göndererek Kureyş
kervanında bulunanların hepsini yemeğe dâvet etti. Kervanda bulunanlar
Muhammed aleyhisselâmı mallarının yanında gözcü olarak bırakıp râhip
Bahîra�nın yanına gittiler. Ona defâlarca buradan gelip geçtikleri
hâlde şimdiye kadar kendilerini dâvet etmeyip de bugün dâvet etmesinin
sebebini sorarlarken, Bahîra gelenlere dikkatle bakıp; �Ey Kureyş
topluluğu, içinizden yemeğe gelmeyen var mı?� diye sordu. �Evet, bir
kişi var.� dediler. Râhip Bahîra ısrarla, O�nun da çağrılmasını
isteyince gidip çağırdılar. Gelir gelmez dikkatle O�na bakmaya,
incelemeye başlayan Bahîra, yemekten sonra hallerine, işlerine dâir
birçok soru sordu. Muhammed aleyhisselâm da cevap verdi. Bahîra gördüğü
alâmetlerin ve aldığı cevapların hepsinin, âhir zamanda gelecek
peygamberin sıfatları hakkında bildiklerine tam uyduğunu gördü. Sonra
sırtını açıp nübüvvet mührüne baktı ve Ebû Tâlib�e; �Bu çocuk senin
neslinden midir?� dedi. Ebû Tâlib; �Oğlum� deyince Bahîra; �Kitaplarda
bu çocuğun babasının sağ olmayacağı yazılı, O senin oğlun değildir.�
dedi. Bu sefer Ebû Tâlib; �O benim kardeşimin oğludur.� dedi. �Babası
ne oldu?� deyince de, O�nun doğumuna yakın öldüğü cevâbını alan Bahîra;
�Doğru söyledin, annesi ne oldu?� dedi. Ebû Tâlib; �O da öldü.� deyince
yine; �Doğru söyledin.� dedi. Sonra da ısrarla şöyle dedi: �Kardeşinin
oğlunu hemen memleketine geri götür. O�nu, hasetçi Yahûdîlerden koru!
Vallahi Yahûdîler bu çocuğu görüp, benim fark ettiklerimi fark
ederlerse, O�na bir zarar vermeye kalkışırlar. Çünkü kardeşinin oğlunda
büyük bir hâl ve şan vardır. Bu, peygamberlerin sonuncusu olacaktır.
Getireceği din bütün yeryüzüne yayılsa gerektir. Sakın bu çocuğu Şam�a
götürme, mübârek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve
misak olmuştur.�

Ebû Tâlib �Mîsak nedir?� diye sorunca,
Bahîra; �Allahü teâlâ bütün peygamberlerden ve en son da Îsâ
aleyhisselâmdan ümmetlerine âhir zaman peygamberinin geleceğini
bildirmeleri üzerine söz almıştır.� dedi. Ebû Tâlib, Bahîra�nın bu
sözleri üzerine Şam�a gitmekten vazgeçti ve mallarını Busra�da ucuz
fiyata satıp Mekke�ye döndü. Ebû Tâlib, Bahîra�dan işittikleri
şeylerden sonra, Muhammed aleyhisselâmı daha da çok sevip ömrü boyunca
O�nu korudu ve her işinde O�na yardımcı oldu. Her hâliyle fazîletler ve
güzellikler sâhibi müstesnâ bir insan olarak büyüyen Muhammed
aleyhisselâm, on yedi yaşına ulaştığı sırada Yemen�e ticâret için giden
amcası Zübeyr, ticâretinin bereketli olması için O�nu da yanında
götürdü. Bu seferde de nice hârikulade (olağanüstü) halleri görüldü.
Mekke�ye döndüklerinde O�nun bu halleri anlatıldı ve Kureyş kabîlesi
arasında; �Bunun şânı pek yüce olacak� diye söylenmeye başlandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://supermekan.yetkinforum.com
 
Çocukluğu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
SAVAŞÇILARIn MekaNı :: DİNİ BÖLÜM :: HZ.MUHAMMED-
Buraya geçin: