Muhammed aleyhisselâm yirmi beş yaşındayken ilk olarak hazret-i Hadîce
ile evlendi. Hazret-i Hadîce, Kureyş kabîlesinin Esedoğulları kolundan
kırk yaşında ve dul bir hanım idi. Fakat, malı, cemâli, aklı, ilmi,
şerefi, nesebi, iffet ve edebi pek fazla idi. Yüksek ahlâkı ve üstün
vasıfları sebebiyle Kureyş arasında �Tâhire� (çok temiz) İslâmiyet
geldikten sonra da �Hadîce-tül-Kübra� ismiyle meşhur olmuştu. Hadîce
Hâtun mallarını Şam tarafına götürüp Busra�da satan Muhammed
aleyhisselâmı; adâleti, üstün ahlâkı ve hakkında duyup şâhit olduğu
hadiseler sebebiyle son derece takdir etti. Bu hâdiseden kısa bir süre
sonra, yakınlarının da kabul etmesiyle evlenmeleri kararlaştırıldı.
Nikâh meclisi hazret-i Hadîce�nin evinde kuruldu. Ebu Tâlib ve Varaka
bin Nevfel tarafından takdim konuşmaları yapıldı. Nikâhı Varaka bin
Nevfel kıydı. Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri de nikâh şâhidi olarak
bulundular. Zamânının emsalsiz bir kadını olan Hadîce vâlidemiz evlilik
hayâtı boyunca Muhammed aleyhisselâma dâimâ hizmet edip yardımcısı
oldu. Muhammed aleyhisselâmın bu evliliği, onun vefâtına kadar on beş
senesi peygamberlikten önce onu da Peygamberlikten sonra olmak üzere
yirmi beş sene sürdü. Muhammed aleyhisselâm, ilk zevcesi hazret-i
Hadîce hayattayken başkası ile evlenmedi. Muhammed aleyhisselâmın
hazret-i Hadîce�den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere Kâsım, Zeyneb,
Rukayye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah (Tayyib) adlarında altı çocuğu
oldu. Peygamberliği sırasında evlendiği hazret-i Mâriye�den de İbrâhim
adlı oğlu olmuştu. Diğer zevcelerinden çocuğu olmadı. Zeyneb,
kızlarının en büyüğü idi. En küçük kızı Fâtımâ babasının en
sevgilisiydi. Hazret-i Fâtımâ Peygamber efendimiz kırk yaşındayken
doğdu. Erkek evlatları küçük yaşta vefât ettikleri gibi hazret-i
Fâtımâ�dan başka bütün kızları da O�ndan önce vefât ettiler. Hazret-i
Fâtımâ da Muhammed aleyhisselâmdan altı ay sonra vefat etti. Hazret-i
Ali ile evlenmişti. Muhammed aleyhisselâmın soyu hazret-i Fâtımâ
evlâdı, hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin ile devâm etti.
Resûl-i
ekrem efendimiz ikinci defâ olarak, elli beş yaşında iken, Ebû Bekr�in
(radıyallahü anh) kızı Âişe radıyallahü anhâ ile evlendi. Bunu,
Hadîce-tül-Kübrâ�nın vefâtından bir yıl sonra, Allahü teâlânın emri ile
nikâh eylemişti. Ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı.
Diğerlerini,
hep hazret-i Âişe�den sonra, dînî, siyâsî sebeplerle veya merhamet ve
ihsân ederek Allahü teâlânın izniyle nikâh etti. Bunların hepsi dul
olup, çoğu yaşlı idi. Meselâ, Mekke�deki kâfirlerin, Müslümanlara
eziyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye gelince Eshâb-ı
kirâmın bir kısmı Habeşistan�a hicret etmişti. Habeş Pâdişâhı Necâşi
Hıristiyan idi. Müslümanlara çeşitli sorular sorup, aldığı cevaplara
hayran kalarak îmâna geldi. Müslümanlara çok iyilik yaptı. Îmânı zayıf
olan Ubeydullah bin Cahş, fakirlikten kurtulmak için, papazlara aldanıp
mürted olmuş, dînini dünyâya değişmişti. Resûlullah efendimizin
halasının oğlu olan bu mel�un, karısı Ümmü Habîbe�yi de (radıyallahü
anhâ) dinden çıkıp zengin olmaya cebr ve teşvik etti ise de, o,
fakirliğe ve ölüme râzı olacağını fakat Muhammed aleyhisselâmın
dîninden çıkmayacağını söyleyince, bunu boşadı. Sürünerek, sefâletten
ölmesini bekliyordu. Fakat, az zamanda kendi öldü. Ümmü Habîbe,
Kureyş�in (Mekke�nin) o zamanki başkumandanı Ebû Süfyân�ın kızı idi.
Peygamber efendimiz o zamanlarda, Kureyş orduları ile, çok çetin
muhârebelerde bulunuyordu ve Ebû Süfyân, İslâmiyeti yok etmek için son
gayretiyle çarpışıyordu. Peygamber efendimiz ÜmmüHabîbe�nin dîninin
kuvvetini ve başına gelen bu acı hâli işitti. Necâşi�ye mektup yazıp; �Oradaki Ümmü Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder!�şeklinde
talepte bulundu. Necâşî daha önce Müslüman olmuştu. Mektuba çok hürmet
edip, oradaki Müslümanları sarayına dâvet ederek, ziyâfet verdi.
Hicretin yedinci yılında nikâh yapılıp, hediye ve ihsanlarda bulundu.
Bu sûretle, Ümmü Habîbe, îmânının mükâfâtına kavuşarak, orada zengin ve
râhat oldu. Onun sâyesinde, oradaki Müslümanlar da rahat etti.
Cennet�te, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennet�in
en yüksek derecesiyle müjdelenmiş oldu ki, dünyânın bütün zevk ve
nîmetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır. Bu nikâh, Ebû Süfyân�ın
ilerde Müslüman olmakla şereflenmesini hazırlayan sebeplerden biri
oldu. Görülüyor ki, bu nikâh, kâfirlerin iftirâlarının ne kadar yanlış
ve çürük olduğunu bildirdiği gibi, Resûlullah�ın aklının, zekâsının,
dehâsının, ihsânının ve merhametinin derecesini de göstermektedir.
İkinci
misal; hazret-i Ömer�in kızı Hafsa radıyallahü anhâ dul kalmıştı.
Hicretin üçüncü yılında; Ömer radıyallahü anh, Ebû Bekire ve Osman�a
(radıyallahü anhümâ) kızımı alır mısın dedikte, düşüneyim, demişlerdi.
Bir gün, Resûlullah efendimiz, her üçü ve başkaları yanında iken; �Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?� diye
sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah
efendimiz de, herkesin düşüncesini, bir bakışta anlardı. Lüzum görürse
sorardı. O�na, hattâ herkese doğru söylememiz farz olduğundan hazret-i
Ömer de; �Yâ Resûlallah, kızımı Ebû Bekr�e ve Osman�a teklif ettim,
almadılar.� cevâbını verdi. Resûlullah efendimiz en çok sevdiği üç
eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen
buyurdu ki: �Yâ Ömer! Kızını, Ebû Bekr�den ve Osman�dan daha iyi birisine versem ister misin?� Hazret-i
Ömer şaşırdı. Çünkü, Ebû Bekr�den ve Osman�dan daha yüksek ve daha iyi
kimse olmadığını biliyordu. �Evet, yâ Resûlallah!� dedi. �Yâ Ömer, kızını bana ver!� buyurdu.
Bu sûretle, Hafsa radıyallahü anhâ, Ebû Bekr�in ve Osman�ın ve bütün
müminlerin anneleri oldu ve bunlar, ona hizmetçi oldu ve Ebû Bekr ve
Ömer ve Osmân radıyallahü anhüm birbirlerine daha yakın ve daha sevgili
oldular.
Üçüncü bir misal, hicretin beş veya altıncı senesinde,
Benî Mustalak kabîlesinden alınan yüzlerce esir arasındaki Cüveyriye
radıyallahü anhâ kabîlenin reisi olan Hâris�in kızı idi. Bunu satın
alıp âzâd ederek, kendilerine nikâh edince, Eshâb-ı kirâmın
(aleyhimürrıdvân) hepsi, biz, Resûlullah�ın âilesinin, annemizin
akrabâsını câriye ve hizmetçi olarak kullanmaktan hayâ ederiz dedi.
Hepsi, esirlerini âzâd etti. Bu nikâh, yüzlerce esirin âzâd olmasına
yol açtı. Cüveyriyye radıyallahü anhâ bu hâli her zaman söyleyerek
öğünürdü. Âişe radıyallahü anhâ Cüveyriyye�den daha hayırlı, daha
bereketli bir kadın görmedim.� derdi.
Resûlullah efendimizin
çok evlenmesinin mühim bir sebebi de, şeriati yâni İslâm dîninin emir
ve yasaklarını bildirmek içindi. Hicab âyeti gelmeden, yâni kadınların
örtünmeleri emrolunmadan önce, kadınlar da Resûlullah efendimize gelip,
bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah efendimiz birinin evine
gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler, istifâde ederlerdi. Hicâb
âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları
yasak edilince, yabancı kadınları kabul etmedi, onların bilmediklerini,
mübârek zevcesi hazret-i Âişe�den sorup öğrenmelerini emir eyledi.
Gelip soranların çokluğundan, hazret-i Âişe, hepsine cevap yetiştirmeğe
vakit bulamıyordu. Bu mühim hizmeti kolaylaştırmak ve onun yükünü
hafifletmek için lâzım olduğu kadar hanımı nikâh etti. Kadınlara âit
yüzlerce nâzik bilgileri, Müslüman kadınlarına, mübârek zevceleri yolu
ile bildirdi. Zevceleri bir olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç
ve hattâ imkânsız olurdu. Allahü teâlânın dînini tam olarak bildirmek
için, çok evlenmek yükünü de omuzlarına aldı.
Muhammed
aleyhisselâm hazret-i Hadîce ile evlendikten sonra da Mekke�de
ticâretle meşgûl oldu. Ticâreti Saib bin Abdullah ile ortaklık şeklinde
yürütürdü. Kazançlarıyla misâfirleri ağırlarlar, yetimlere ve fakirlere
yardım ederlerdi. Muhammed aleyhisselâm yine bu sıralarda hazret-i
Hadîce�nin kölesi Zeyd�i himâyesine alıp onu kölelikten âzâd etti. O
zaman küçük yaşta bulunan hazret-i Ali�yi de yanına alıp evladı gibi
yetiştirdi.
Otuz beş yaşındayken Kâbe hakemliği yaptı. O zaman
yağmur ve seller sebebiyle Kâbe�nin duvarları iyice yıpranmış, bir
yangın sebebiyle de tahribâta uğramıştı. Bu durum üzerine Kureyş
kabîlesi Kâbe�yi İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp
yeniden yapmaya başlamıştı. Her kabîleye bir bölümünü vererek duvarları
yükselttiler. Bu işin büyük bir şeref olduğunu bilen kabîleler,
Hacer-ül-esved taşını yerine koyma husûsunda anlaşamadılar. Her kabîle
böyle bir şerefe sâhip olmak istediğinden aralarında gittikçe artan
büyük bir anlaşmazlık çıktı. Dört beş gün süren bu anlaşmazlık
sebebiyle neredeyse kan dökülecekti. Bu sırada Abdülmuttalib�in dayısı
ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe�nin; �Ey Kureyş topluluğu!
Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere şu kapıdan ilk girecek
zâtı aranızda hakem yapın.� diyerek Benî Şeybe kapısını işâret etti.
Oradakiler bu teklifi kabûl edip, Benî Şeybe kapısına bakarak ilk
girecek ve işin en nâzik ânında bu işi halledecek kimseyi beklemeye
başladılar. Nihâyet kapıdan, doğruluğunu, üstün ahlâkını son derece
takdir ettikleri ve El-Emîn (her zaman güvenilir) dedikleri Muhammed
aleyhisselâmın geldiğini gördüler. �İşte El-Emîn! O�nun hükmüne
râzıyız.� dediler. Durum Muhammed aleyhisselâma anlatılınca bir örtü
istedi. Hacer-ül-esved�i örtü üzerine koyup �Her kabîleden bir kişi bir
ucundan tutsun.� dedi. Taşı konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra da
kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Mekke�de çıkmak üzere olan büyük
bir harbin böylece önlendiğini gören kabîleler, O�nun bu hareketinden
çok memnun oldular. Sonra da yarım kalan duvarları yapıp tamamladılar.