A. Çin'de Bilim
Çin Uygarlığında bilimsel faaliyetin başlangıcı M.Ö. 2500'lere kadar
götürülebilir. Zaman zaman sınırları Hindiçini de içine alan, zaman
zaman ise sadece Sarı Irmak civarında ufak bir devlet seklinde görülen
Çin, ilk insan kalıntılarının (Sinantropus Pekinensis) bulunduğu
yerlerden biridir. Çin uygarlığı, genellikle, kapalı bir uygarlık
olarak nitelendirilmiştir. Ancak Türklerle ve Hintlilerle yakın ilişki
içinde oldukları bilinmektedir. Bu etkileşim sonucunda Türklerin
kullandıkları On İki Hayvanlı Türk Takvimi'ni benimsemişlerdir. Hint
uygarlığından ise, özellikle matematik konusunda etkilendikleri
bilinmektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren yapılan seyahatler
sonucunda, matbaa ve barut gibi teknik buluşlar, Avrupa'ya Çin'den
götürülmüstür.
Çin'de kullanılan sayi sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını
kolaylaştıran, abaküs ve çarpım cetveli gibi bazı basit aletler de
kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin'de daha çok
aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri
problemleri bile bu iki disiplinden yararlanılarak çözülmeye
çalışılmıştır.
Çin astronomisi, diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir;
takvim hesaplamalarında, diğer uygarlıkların Güneş veya Ay’ı esas
almalarına karşın, Çin uygarlığında yıldızlar esas alınmıştır ve diğer
sistemlerde yıllık hesaplamalar kullanılırken, burada günlük
hesaplamalar kullanılmıştır. Ayrıca Çinlilerin, temel koordinat düzlemi
olarak ekliktik düzlemi yerine ekvator düzlemini benimsedikleri
görülmektedir. Çin astronomisi, bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi,
bir yıldız astronomisidir ve gözle görülebilen yıldızların yanında,
kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkında ayrıntılı bilgiler
içermektedir. Teknik açıdan da devrine nispetle oldukça gelişmiş bir
düzeyde bulunan Çin astronomisinde, Galilei'den önce Güneş lekeleri
konusunda bilgi verildiği görülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca
astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova ve süpernovalar
hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.
Çin tıbbi, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu
anlayışına dayanır. Çinli düşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde
olduğuna inanırlar; onlara göre, bu sürekli devinim daima bir
başlangıça dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan insan,
ikilem gösteren yine ve yang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve
sağlık gibi) etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbının tedavi
şekillerinden olan masaj ve akupunktur yöntemleri günümüzde de
kullanılmaktadır.
B. Hindistan'da Bilim
Hindistan'daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000'lere kadar
geriye götürmek mümkündür; ancak bilim gibi düzenli bir bilgi
topluluğunun oluşumu için yaklaşık M.Ö. 2500'leri beklemek gerekmiştir.
Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik metinlerden ve nispeten daha
geç tarihli olan Siddhantalardan edinmek olanaklıdır.
Hindistan'da kullanılan sayi sistemi, on tabanlı (yani desimal) olup,
erken tarihlerden itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin
benimsendiği görülmektedir. Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler
kullanmıştır. sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme, aritmetiğin
gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir.
Daha sonra Pythagorasçilara mal edilecek olan Pythagoras Teoremi'nin
çözümü ile ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik
metinlerinde rastlamak mümkündür.
Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle
ilgilenmişler ve trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs
fonksiyonlarını kullanmışlardır.
Daha sonra Hintlilerin aritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki
bilgileri Sanskrit dilinden Arapça'ya yapılan çeviriler yoluyla İslâm
Dünyası’na aktarılacak ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol
oynayacaktır; on ikinci yüzyıldan itibaren Arapça'dan Latince'ye
yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyası bu bilgilerle
tanışacaktır.
Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde
Ay ve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars,
Jüpiter ve Satürn'ün hareketleri, Yer ve Güneş’in birbirlerine
uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. M. S. besinci ve
on ikinci yüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları
çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkate almak suretiyle,
Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin
konumlarını ve dolanım periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve
bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserler bırakmışlardır.
Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer'in kendi
etrafındaki hareketinden söz etmiştir.
Hint tıbbi, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç
içe gelişmiştir. Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir
modelidir ve doğadaki diğer varlıklar gibi, toprak, su, hava, ateş ve
eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan itibaren gelişen tıpla
ilgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan Yoga
Okulu, sağlıklı olabilmek için beden disiplinin yani sıra, zihin
disiplinini de şart koşarken, yine ayni dönemlerde ortaya atılan bir
başka görüş, beden yapısının temelde kimyasal esaslara dayandığını,
dolayısıyla tedavinin de ayni esaslara dayanması gerektiği tezini
savunmuştur.
Hint uygarlığındaki bilimsel uğraşlar, bilimin gelişimi üzerinde
oldukça etkili olmuştur. Bu etki ilk dönemlerde tacirlerin, seyyahların
ve askerlerin yardımlarıyla gerçekleşirken, daha sonraki dönemlerde,
doğrudan doğruya bilginler ve çevirmenler yoluyla gerçekleşmiştir.
C. Orta Asya'da Bilim
Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000'lere ve hattâ çok daha eskilere kadar
götürülmektedir. Arkeologlar tarafından bugün de sürdürülmekte olan
kazılarda, tas devrinden kalma çanak ve çömleklere, çakmak tasından ve
tastan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpa
yetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.
Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar
evcilleştirilmiş, bakir ve kursundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk
defa alaşım olarak bronzu kullanan Türklerdir
Demir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle,
Türklerin güneye doğru göç ettikleri görülmektedir. Orta Asya'da atı
evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icat
etmişlerdir.
Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe,
altın veya demirden bir kazık, yani Kutup yıldızı çevresinde, muntazam
bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülen ekliktik çarkı ise
buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü'ne de
yansımıştı. Kutup Yıldızı’nın tam altında, Yeryüzü'nün yöneticisi olan
hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adi verilen bu kentin planı da
göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasıl
gök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki isler de
hükümdarın çevresinde döner.
Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden
kalma Orhun Yazıtları’dır. Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi'ni
kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanin adi verilmiştir. Bunlar
sıçan, öküz, kaplan, tavsan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk,
köpek ve domuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra ayni adları
taşıyan ikinci bir devre baslar. Devreyi teşkil eden hayvanlar
devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir
gün on iki eşit kısma ayrılır ve her birine "çağ" denirdi. Yani bir çağ
iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yine on iki hayvanin adi
veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile baslardı.
Dört mevsim vardı. yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on
iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncü yüzyılda da kullanılmıştır.
D. Mısır’da Bilim
Nil nehri civarında gelişen Mısır uygarlığı M.Ö. 2700 yıllarından
itibaren matematik, astronomi ve tip konularındaki etkinliklerle
parlamıştır. Mısırlılar matematiklerinde, kullandıkları on tabanlı
hiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembollerle ifade etme safhasına
ulaşmışlardır. Bu rakamlarla çeşitli matematik işlemlerini
yapabilmişler ve cebir işlemlerine çok benzeyen ve diğer uygarlıklarda
da görülen "aha hesabi" adli bir hesaplama yöntemi geliştirmişlerdir.
Bu hesaplamada "yanlış yoluyla çözüm" tekniği kullanılmıştır.
Geometrilerinde ise alan ve hacim hesapları yapıyorlardı. Mimari
alanında Mısırlılardan kalan eserler arasında en önemli yeri piramitler
tutar; onlar birer mimari harikasıdır. Mısırlılar gökyüzü olaylarını
dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrı olarak kabul
etmişler ve gök yüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna
inanmışlardı; yani astronomileri dinî öğelerle iç içe idi. Takvimleri
Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarak kabul ediliyordu.
Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün
24 saate bölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz.